Hukukumuzda yazalar ile açıkça düzenleme altına alınmamış olmasına rağmen başta 05.02.1947 gün ve 20/6 sayılı YİBK ve 2021/635K. Sayılı HGK içtihatları ile istikrar kazanmış olan inançlı işlem 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 26. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 19.) maddesinde yer alan “sözleşme özgürlüğü” ilkesi düzenlenebileceği ve geçerlilik kazanacağı kabul edilmektedir.

İnançlı işlem; inanan ile inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana iade edilme şartlarını içeren borçlandırıcı bir usuldür.

İnançlı işlem ile inanan kişi, maliki olduğu eşyanın mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.

İNANÇLI İŞLEMİN TARAFLARI

  • İnanç sözleşmesinin tarafları inanan ile inanılandan teşekküldür. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye ‘inanan’ adı verilir.
  • Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullana kişiye de ‘inanılan’ adı verilir.
  • İnanan kişinin inanılana, inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise ‘inanca konu şey’ olarak nitelenir.

İNANÇ SÖZLEŞMESİNİN İÇERİĞİ VE ŞARTLARI

İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir. (Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 2016/2759 Esas – 2018/6267 K. 02.10.2018)

İNANÇ SÖZLEŞMESİNDE ZAMANAŞIMI

İnançlı işlemlerde zamanaşımı hususunda gerek Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) gerekse diğer mevzuatta bir düzenleme yer almamaktadır. TBK’nun 146. maddesinde zamanaşımı; (Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.) şeklinde düzenlenmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15.04.2011 Tarih, 2011/13-14 Esas, 2011/189 Karar sayılı ilamında da açıkça değinildiği üzere, on yıllık zamanaşımı süresi inançlı işlemler için de kabul edilmiştir.

Zamanaşımı, alacağın muaccel olduğu tarihte, başka bir anlatımla inanç konusu şeyin iadesi gerektiği tarihte işlemeye başlar. İade tarihi henüz gelmemiş inanılan, inanç konusunu elinde tutmakta haklı ise zamanaşımının başlamasına imkân yoktur. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 15.04.2011 gün, 2011/13-14 E., 2011/189 K. ve 29.01.2014 gün, 2013/11-376 E., 2014/49 K. sayılı ilamlarında da benimsenmiştir. HGK – 2014/801 E. 2014/891 K.

Hukuk sistemimizde herhangi bir düzenleme olmamasına karşın; inanç sözleşmelerinin, yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilen bir olgudur.

İnanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.

DAVANIN DELİLLENDİRİLEBİLMESİ

5.2.1947 tarih ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. Ayrıca İnanç sözleşmesine dayanak belgenin taşınmazın temlikinden sonra düzenlenmemiş olması gerekir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2007/1- 756, K. 2007/848, T. 14.11.2007). İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hem de taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 05.02.1947 Tarih, 1945/20 Esas, 1947/6 Karar sayılı kararında kabul edildiği üzere, inançlı işlemin ya da inanç sözleşmesinin varlığının mutlaka davacının inançlı işleme yönelik iddiasını tarafların imzasını içeren ve en geç işlem tarihinde düzenlenmiş yazılı delil ile ispat edilmesi gerekmektedir. Yazılı delil olmamakla birlikte, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 202. maddesinde tanımlandığı şekliyle, yazılı delil başlangıcı niteliğindeki belgelerle de inançlı işlemin ispatı mümkündür. Yazılı delil başlangıcı; iddia konusunun ispatına tek başına yeterli olmamakla, iddia konusunu olası gösteren ve karşı tarafça verilmiş veya yollanmış belgedir.

Özetlemek gerekirse inançlı işleme dayanarak Tapu iptal ve tescil talepli davanın dillendirilebilmesi için YAZILI DELİL SUNULMASI ŞARTTIR.  Bahse konu bu delilin en geç işlem tarihinde düzenlenmiş olması ve tarafların ıslak imzalarını taşıması ELZEMDİR. Eğer ki tarafların arasında bu şekilde düzenlenmiş bir belge bulunmuyor ise 6100 sayılı HMK 202. Maddesi uyarınca delil başlangıcı niteliği taşıyan bir belgenin kullanılması sureti ile tanık dahil her türlü yasal delil kullanılarak davanın esasına ilişkin ispat külfeti yerine getirilebilecektir.  İzah edildiği şekli ile taraflar arasında karşılıklı borç doğuran ve yasalarda düzenlenmemiş olan inançlı işleme dayanarak tarafların tapu iptal ve tescil davası açma hakları saklıdır. İnanan tarafından ikame edilecek bu davanın süresi, usul sorunları, esasın delillendirilebilmesi özet şeklinde yazımızda bahsedilmiştir.

Ahmet Yavaş